Nüfus cüzdanımda 01/05/1955 doğumlu olduğum yazılıdır. Ancak annem “Koyunlar kuzuladığı zaman doğdun” derdi. Eskiden babaların kırsal kesimde işleri çok olduğundan, nüfusa gidecek vakit bulamayıp yeni doğan çocuklar nüfusa tam zamanında tescil edilmezlerdi. Annemin, “Koyunlar kuzuladığı zaman doğdun” lafından martta doğduğumu sanıyorum. Dedem torunlarının doğum tarihlerini Kur’an-ı Kerim’in arkasına Arap harfleri ile yazarmış. Ancak ben babam evlendikten dört sene sonra doğan ilk erkek torun olduğum için sanırım heyecandan yazmayı unutmuş.
Annem Kazımkarabekir ilçesinin Letere mezrasında doğduğumu söyler. Kazımkarabekir’in, eskiden bir köy kadar ahalinin yaşadığı, Letere, Sığırcı, Yağmurlar, Areyde gibi mezraları vardı. Bu mezralar Kazımkarabekir’e 5-15 km uzaklıktaydı. Letere de Kazımkarabekir’e on kilometre kadar uzaktı. Karaman’dan Konya’ya giderken Kombassan fabrikalarını 3-4 km geçtikten sonra sağda mezranın evleri gözükür. Zamanın ulaşım şartları bu mezraları doğurmuştur. Ben doğduğumda bu mezralarda yerleşik bir hayat vardı. Zamanla ekonomik ve sosyal hayatın değişmesi ile bu yerleşik hayat kendiliğinden ortadan kalktı. Günübirlik gidilip gelinen yerler haline geldi.
Çocukluğum dolu dolu geçti. Letere mezrasında yaşadığım birkaç anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Mezrada babam koyunculuk ve çiftçilik yapardı. Babamın koyunlarına bakan çobanımız vardı. İlkokul 4. veya 5. sınıftayım. Babamı dinlendirmek için 15 tatilde hayvanların ve çobanın başında durmak üzere Letere Çiftliğine gitmiştim. Kış günlerinde kadınlar Kazımkarabekir’de kalır, mezraya yazın giderlerdi. Mezranın gençleri bana hoş geldin demeye, bizim eve gelmişlerdi. Çay demleyip çobanla beraber hizmet ve ikramda bulunmuştuk. Oturduğumuz evin küçük bir penceresi vardı. Mezranın gençlerinden biri küçük pencereyi dışarıdan çoban kepeneği ile kapatmıştı. Ev bir anda zifiri karanlık olmuştu. Göz gözü görmüyordu. Karanlıkla birlikte evin içinde patırtı gürültü başlamıştı. Evde bulunan su kaplarını herkes birbirinin üzerine boşaltmıştı. Evin ambarında arpa üzerindeki çiğ yumurtaları birbirlerine atıyorlardı. Millet eline geçirdiği sopa ve aletleri birbirlerine vuruyordu. Sobayı devirmişlerdi. İlk defa gördüğüm bu savaş meydanı gibi olay karşısında ağlamaya başlamıştım. Meğerse mezraya her yeni gelene böyle bir hoş geldin karşılaması yaparlarmış. Oyun bittikten sonra evin içerisi savaş meydanına dönmüştü.
Yine bir gün, “Seni evlendireceğiz, düğün yapacağız” dediler. Yaşlı bir adam kayınpederim olacaktı. Düğün yapacaklardı. Düğünden önce berber, damadı tıraş yaparmış. Beni berber sandalyesine oturttular. Yüzümü sabunladılar. Tüyü çıkmamış Recep’i yalandan tıraş ediyorlardı. Müzik sesi eşliğinde yaptıkları tıraşta sonradan öğrendim ki, yüzümü kapkara is ile boyamışlardı.
Ortaokulu Kazımkarabekir Ortaokulu’nda okudum. Hayatımda unutamadığım rahmetli müdürümüz Şerafettin Hocam’ın eşi Türkçe öğretmenimiz Ayla Hocam ile İstanbul’da Kazımkarabekirli öğrencilerin yılda birkaç defa buluşmasına vesile olurum. Ayla Hocamı üç yıl önce Kazımkarabekir’e de davet ettik. Kazımkarabekir’de üç gün ağırladık, Karaman ve civarını gezdirdik. Hocamıza, Kazımkarabekir’de bulunduğu sırada kayıp ettiği bir çocuğunu mezarında ziyaret ettirdik. Hocamız çocuğunun mezarının mermerle kaplı, mezar taşında veciz sözler yazılı olduğunu görünce duygulanmış ve ağlamıştı.
Karaman’da da ortaokul müdürlüğü yapan rahmetli Mehmet Sakallı ortaokulumuzun açılmasına vesile olmuş. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Kazımkarabekir’de ortaokul açılınca Sakallı Hoca’nın tarlalardan gençleri toplayarak onları okula kaydettiğini duyardım. Bunların içerisinde halen profesör olan onlarcası var. Hatta ilkokuldan sonra evlenip çoluk çocuk sahibi olanları da öğrenci yapmışlardır. Sakallı Hoca’nın öğrencilerini gece evlerinde dahi denetlediği, kontrol ve murakabesine aldığı bilinir.
Zamanında okumuş, yazmış bir ailedenim. Kazımkarabekir’in ilk operatör doktor albayı Mehmet Özalp, babamın dayısı olur. Astım alanında uzman Prof. Dr. Recep Aydilek halamın oğludur.
Kazımkarabekir’in siyasi ve sosyal hayatının önemli kişilerinden emekli emniyetçi İbrahim Dedeoğlu dayım olur. Karaman Vali Muavinliği yapıp ve halen Konya’da Vali Muavini olarak görev yapan H. İbrahim Türkoğlu teyzemin oğlu ve bacımın eşi olur. Bu okuyanlarımız bizlere rehber olup, şartları okumadan yana kullanmamıza vesile oldular.
Ben ailemin en büyük çocuğu olarak doğmuşum. 3 kız, 2 erkek 5 kardeşiz. Ailenin en büyük çocuğu olarak diğer küçük kardeşlerimi de okutmak gibi bir görevim olduğundan, bu görevi içimde bir uhde olarak kabul ettim.
Babam varlıklı bir ailenin tek oğluydu. Zeki olmasına rağmen, ailenin iş gücü ihtiyacı olduğu için okutmamışlardı. Babam bizler ortaokulda iken bile ben ve kardeşlerimin ödevlerimizin yapılmasında yardımcı olurdu. Üçgen, dikdörtgen, yamuk tarlaları olan kişiler alan hesaplarını yaptırmak için Kazımkarabekir’de her zaman babam Emir Onaran’ı ararlardı.
1968 yılında ortaokulu bitirince liseye gidecektim. Kazımkarabekir’de lise daha açılmamıştı. Bir otobüsü dolduracak lise öğrencisi bulunduğu için Karaman Lisesi’ne, Kazımkarabekir Belediyesi’ne ait, üzerinde “Şark Fatihi” yazısı bulunan meşhur otobüsle gidip geliyorduk. Kazımkarabekirli öğrenciler öğlen yemeği olarak çantalarına annelerinin azık olarak kattığı mayalı ekmekle yapılan peynir, kıyma, yumurta sıkmaları ile meşhur olmuştur. Kazımkarabekirli öğrenciler iş olsun diye birbirlerinin sıkmalarını çalardı.
Karamanlı öğrenciler sabırlı oldukları için bize göre akıllı sayılırdı. Lisenin önünde Yahya Efendi, öğrencilere 25 kuruşa çimen ekmek satardı. Karamanlı akıllı öğrenciler çeyrek şehir ekmeğine sürülmüş acı çimeni 25 kuruşa Yahya Efendi’den alır, bunu bizim kıyma sıkmalarımızla takas ederlerdi.
Kazımkarabekirli öğrencilerin bir gün, son sınıfta iken bizim sınıfa baskın yapıp, varlıklı bir ailenin çocuğunu sıkıştırmalarını anlatmadan geçemeyeceğim. Gelenlerin içinde benim arkadaşlarım ve akrabalarım ile Karaman’ın eski Belediye Başkanı Yaşar Evcen de vardı. Gelenler, eşraf çocuğu bir sınıf arkadaşımızı “Kazımkarabekir asıllı bir kızla konuşuyorsun” diye sıkıştırıyorlardı . Bu arkadaş, “Sizin Kazımkarabekirli kızınız kendisi gelip benimle konuşuyor. Ben ne yapayım?” diyordu. Baskına gelenler, “Kız kendi gelse konuşsa bile sen konuşmayacaksın, yoksa dayağı yersin” diye sıkıştırıyorlardı. Dayanamayıp araya girdim, “Böyle zengin, varlıklı bir eniştenin Kazımkarabekir’e faydası olur. Yarın işe girmek isteyen bir Kazımkarabekirliye bu arkadaş iş verir. Siz onacağınız yerden gece mi kaçarsınız? Ne istiyorsunuz bu arkadaştan?” diyerek gelenleri uzaklaştırdım.
1972 yılında Fen kolundan mezun oldum. Hiç bir hazırlık yapmadan üniversite sınavına girdim. Üniversiteler ön kayıt ile öğrenci alıyordu. Radyo başında puanı düşen fakülteleri dinliyorduk. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü, Ankara Eğitim Fakültesi’ne kesin kayıt yaptırdım. Bu fakültelerde bir süre okudum. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin puanları düşünce buraya kayıt yaptırdım. Bu okuldan öğrenci olayları nedeni ile bir sene geç olarak 1977 yılında mezun oldum.
Okula başladığımda Hukuk Fakültesi mezunlarının ne iş yapacaklarını dahi bilmiyordum. Tam köylüydüm. Kayıt yaptırırken fakültede hizmetlilere “Abi, bu okulu bitirince ne iş yapacağız?” diye saf saf soruyordum. Hatta mürekkep yalamış bir yakınım, Hukuk Fakültesi’nde okumamı tavsiye etmiş “Hukuk gibi meslek mi var?” diye beni uyarmıştı.
Hukuk Fakültesi 1. sınıfta Latince kelimelerin bulunduğu Roma Hukuku dersini görünce ilk önce hukuk ile yıldızım barışmadı. Hatta mayıs ayındaki sınıf geçme sınavlarına kadar hiç ders çalışmadım. Sadece derslere girip çıkıyordum. Kırşehirli Yargıtay Savcılığından emekli olan Mehmet isimli bir arkadaşım vardı. Mehmet’in abisi de Hukuk Fakültesi 2. sınıftı. Bizim rehberimizdi. Mehmet’in abisi benim ders çalışmadığımı görünce “Recep, sen damdan atlasan yine sınıfı geçemezsin” diye gururumu rencide eden bir laf söyledi. Bu laf üzerine mayıs ayından itibaren günde en az 8 saat ders çalışmaya başladım. 3-4 günde, bir dersin sınavları olurdu. Mayıs-haziran ayındaki sınavlarda 8 saatlik çalışmanın neticesini alarak ortalama 8 puan ile sınıfı geçtim. Bunun üzerine Mehmet’in abisi Ramazan “Recep, sen kafalı adamsın. Ben sana sınıfta kalırsın diyordum, ama direk sınıfı geçtin. Bizimkiler bazı derslerden kaldılar. Zeki adamsın” diye iltifat etmişti.
Hukuk Fakültesi’nde okuduğum süre içerisinde sınıfları direk geçtim. Yazın benim kitabımda ders çalışmak yoktu. Yazın 4-5 ay Kazımkarabekir’de tarlada çalışacağım veya bir sürü hayvanın bakımını üstlenecektim. Çünkü babamın, benim çalışmama ihtiyacı vardı. Yine okumakta olan kız ve erkek kardeşlerimin yardımıma ihtiyaçları vardı.
Hukuk Fakültesi 1. sınıfta iken bir dergide Türkiye’de Maarif kolejlerinin 2 dereceli sınav ile ilkokul 5. sınıf öğrencilerini aldıklarını okumuştum. Yaz tatilinde Kazımkarabekir İlkokulu’nun müdürü ile görüştüm. Maarif kolejlerinin sınav başvurusunun gelip gelmediğini sordum. Ama müdürün kolej kavramına çok yabancı olduğunu fark ettim. Kardeşim Ali, 5. sınıftı, zeki ve başarılıydı. Onu Maarif kolejleri sınavlarına sokmak istiyordum. Karaman henüz il olmadığından İl Milli Eğitim Müdürlüğü Konya’da idi. Sınav başvuru belgelerini Konya Milli Eğitim Müdürlüğünden alarak Kazımkarabekir İlkokulu’na verdim. Kardeşim Ali‘nin başvurusunu yaptırdım.
Kardeşim Ali’ye test kitapları da getirmiştim. Benim önderliğimde Ali test kitaplarına çalışarak iki sınavda da başarılı oldu. Üstelik öğretmen okulu yatılı sınavını da kazandı. Karaman bölgesinden iki kişi Konya Maarif Koleji’ni kazanmıştı. Biri Kazımkarabekir’den kardeşim Ali, diğeri Karaman’da meşhur Şamlı Baklavacı’nın oğlu idi. Bu Kazımkarabekir için ilkti. Ancak burada bilmediğimiz bir yanlış yaptık. Parasız yatılı olarak kazandığı öğretmen okulu hakkını, Maarif Koleji’ndeki parasız yatılı bölümüne nakil ettirdiğimiz takdirde, yatılı yurda para ödemeyecektik. Ancak bunu bilemediğimiz için Maarif Koleji’nde okuduğu yatılı kısım için 7 yıl süre ile yurda boş yere para ödemiş olduk. Bunu da ancak okul bitince anlayabildik.
Ali, Maarif Koleji’ne başladığında 11 yaşlarında idi. Daha ana kuzusu idi… Konya’dan Kazımkarabekir’e gelmek için Karaman otobüsüne biner, yanına tüplü çikolata alır, yerken otobüste uyur kalırmış. Kazımkarabekir’e geldiğinin farkına varmadığı için Karaman’a geldiklerinde muavin “Karaman’a geldik” diyerek uyandırırmış. Biz de kardeşimi Karaman’dan Kazımkarabekir’e getirme telaşına düşerdik.
Hukuk Fakültesi son sınıfta, sekiz aylık eğitim döneminde, sağ-sol kavgaları nedeni ile bir ay okula gidebildik. Çünkü okul kapanmıştı. O yıl çalışamadığımdan ilk defa iki dersten sorumlu olarak sınıfta kaldım. Okuldan sekiz ay geç mezun oldum. Yine de akranlarıma ve yaşıma göre okulu erken bitirmiş sayılırım.
Bu konuda başıma gelen bir olayı da anlatmak isterim. Üniversite 1. sınıfa gittiğimde 18’den küçük olduğum için reşit sayılmazdım. Kredi ve Yurtlar Kurumuna öğrenim kredisi için başvurmuştum. Kredim çıkmış ve para bankaya yatırıldığı halde alamamıştım. 18 yaşımı Mayıs’ta doldurmuştum ve paramı o tarihten itibaren almaya başlamıştım.
Okulu 1977 yılının Haziran ayında bitirdim. Hayalim, hakim-savcı olmaktı. Avukat olmayı bir köy çocuğu olarak hiç düşünmemiştim. Avukatlara o zamanki anlayışımla üçkâğıtçı, dolandırıcı gözü ile bakıyordum. Ne var ki, 2002 yılında İstanbul’dan hakimlikten emekli olduktan sonra avukatlık mesleğine müracaat ettim ve avukat oldum. Şimdi “Hakimlik mi avukatlık mı, hangisi daha iyi?” diye sorduklarında; “Hukuk fakültesini yeni bitirmiş olsam önce hakim sonra avukat olurum” diye cevap veririm. Çünkü emekli hakim olarak diğer avukatlara göre maça 1-0 önde başlarım diye söylerim.
Hakimlik stajını 1978-1981 tarihleri arasında Karaman Adliyesinde yaptım. En uzun hakimlik stajı yapan kişilerden biri benim. Çünkü araya 18 aylık askerlik görevim girdiğinden, bir yıllık stajım 3-4 yıla yayılmış oldu.
Askerliğimin acemilik dönemini Balıkesir Personel Okulu’nda 4 ay, sonra Ankara Nallıhan ve Kırşehir Çiçekdağı İlçe Askerlik Şube Başkanlıkları yaparak tamamladım. Çicekdağı’nda askerlik yaparken Kırtıl köyünden olan “Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş”la da tanıştım. Bu köye gittiğimizde davul zurna ile yaptıkları karşılama ve uğurlama törenlerini unutmam mümkün değil.
11 Eylül 1980’de askerlerin siyasete el koymasından bir gün önce Karaman’dan Refik Kahvecioğlu’nun (Eczacı Abdurrahman Ünsay ve Hizarcı Nurettin Ünsay’ın yeğeni) kızı öğretmen Samiye Kahvecioğlu ile nişanlandım. Nişanlandığımın ertesi günü sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Benim bazı önemli hadiselerde tesadüfü olaylarım olmuştur. 14 Şubat 1981’de, henüz Sevgililer Günü dünyada ortaya çıkmadan önce, düğün yapıp evlendim. Düğünden önce çektiğim kura sonucu görev yerimi belirledim. İlk görev yerim Karaman’a iki saat uzaklıktaki Silifke idi. Silifke’de görev yaptığım yıllarda çok önemli hatıralarım olmuştur. İstanbul’da 7 profesörün de içinde olduğu 100’e yakın hemşehrimizin bulunduğu “Kasaba Karamanlılar Dostlar” isimli whatsApp grubumuzda paylaştığım hakimlik hatıralarım ile ilgili bir yazımı buraya da alıyorum.
“Ben Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Karaman’da hakimlik stajı yaptım. Rahmetli Nevzat Devranoğlu, akrabası olarak hakim olacağımdan dolayı benimle gurur duyardı. Yanlarında staj yaptığım hakimlere ve eski Adalet Bakanı Av. İrfan Baran’a beni yiğenim diye tanıştırdığını hatırlıyorum. İrfan Baran ile bürosunda bir konuşmalarına şahit olmuştum. İrfan Baran milletvekili ve Bakan iken Nevzat Amca 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun çiftçiler lehine değiştirilmesi için kanun taslağı hazırlanmasını teklif etmiş. İrfan Baran da bu değişikliği milletvekili veya Bakan iken yaptığını, Meclis’ten geçirdiğini söyledi. Sizlerin anlayacağı bir tapulama bölgesinde (Kasaba bir tapulama bölgesi idi) tarlaların zilyetlikle (kullanımla) kazanımı 100 dönümdü. Bu değişiklikle zilyetlikle bir tapulama bölgesinde kazanım 500 dekara çıkarılmıştı. Bir gün Nevzat Amca’ya harman yerinde babam ile birlikte uğramıştık. Ya fakültede okuyor veya hakimlik stajı yapıyordum. Babamla Tapulama Hakimi Ömer Aladağ’dan bahsettiler. “Saat 11’de duruşmaya başlıyor. Hakim olacaksın. Aman, Ömer Aladağ gibi olup kendine milleti kızdırma” diye tembihte bulundular. Kendilerine o gün söz vermiştim.
Aynı hakimin bacanağı, muhterem insan, Karaman’da emekli oluncaya kadar Ağır Ceza Reisliği yapan rahmetli Hakim Ali Rıza Özyol’dan (Karaman’ın yerlisiydi. Memleketinde ilk defa hakimlik yapan neslinin Türkiye’deki tek örneğidir. Anı Bisküvi Fabrikası sahiplerinden Vefik Boynukalın damadıdır) Ömer Aladağ ‘ın Karaman’da Tapulama Hakimliği yaptığını duymuştum. Nevzat Amca’nın hakimlerin içmesine karşı olduğu gibi bir anlam çıkarmayın. Nevzat Amca’nın kuralları vardı. İlk önce herkes vazifesini yapacak diğer şahsi işler sonra yerinde ve zamanında olacak.”
Nevzat Amca 1998 veya 1999 yılında İstanbul’a, çocuklarının yanına gelmişti. Beni Küçükçekmece Hakimi iken arayıp buldu. Makamımda ziyaret etti. Nevzat Amca çiftçilikten sonra Karaman’da müteahhitliğe başlayıp, stratejik konağına pasaj ve bina yapmıştı. Jandarma binasının olduğu yer, Hakimler Lojmanı olmuştu. Hakimlerle komşu olmuştu. Karaman’da Tapulama Hakimliği de yapan şimdiki İstanbul İl Seçim Kurulu Başkanı Ziya Bülent Öner ile Hakim Nur Atıcı (yanında staj yaptım) aynı adliyede çalışıyorduk. Nevzat Amca gelince birbirlerini tanıdıkları için onları da odama çay içmeye davet ettim. Nevzat Amca sohbet sırasında “Recep Hakim, Ömer Aladağ gibi duruşmalara geç kalıyor mu?” diye sordu. Ben duruşmalara hep erken başladığımdan zaman zaman bu hakim arkadaşlar bana, erkenden nereye gidiyorsun diye takıldıklarından, kendilerine “Duruşmaya geç başlarsam babam gibi Nevzat Devranoğlu gibi adamlar bana söverler” dediğim için konuyu biliyorlardı.
Nevzat Amca’yla tanıştırmak için diğer hakim arkadaşları büyük çay salonunda topladım. İlk önce hakim ve savcı arkadaşlarım karşılarında gırgır geçecekleri saf köylü bulacaklarını sandılar. Giyimi kuşamı ile karşılarında tam bir aristokrat buldular. Sohbet koyulaştıkça Karaman’da görev yapan hakimlerin katılımı ile Nevzat Amca’nın görmüş geçirmiş bir beyefendi, zamanın Adalet Bakanı İrfan Baran’a kanun değiştirtecek kadar etkili bir insan olduğunu, ilkokul mezunu olmasına rağmen çocuklarından üçünün Tıp fakültelerinde profesörlük yaptığını, bir çocuğunun doktor, diğerlerinin de üniversite mezunu olduğunu öğrenince şaşırdılar. Sonra “Senin akraba Nevzat Bey profesör değil, ordinaryüs profesörmüş” diye bana takıldılar. Kazımkarabekir’in tanınmış simalarının hayatını ve bazı hatıralarını whatsApp grubunda paylaşmaya devam ediyorum.
İki oğlum var; Büyüğü İTÜ Makine Mühendisliğini bitirdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğünde çalışıyor. Küçük oğlum Galatasaray Ünüversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul’da birlikte avukatlık yapıyoruz.
Bu içerik, Anı Bisküvi Kültür Yayınları tarafından Karaman 744. Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’nin 700. Ölüm Yıl Dönümü anısına basılan İbrahim Rıfkı Boynukalın imzalı “Toprak Damlı Evlerin Çocukları II” adlı eserden alınmıştır. İzinsiz kopyalanamaz. Yayın hakları kitap yazarının izni ile Haberinolsun.net.tr’a aittir.
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın