"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mustafa Şahin Kimdir? – Haberinolsun.net.tr

Karaman’da, 1961 yılında doğdum.

İlköğrenimimi Karaman İstiklâl İlkokulu’nda, orta ve lise öğrenimimi Konya Maarif Koleji’nde (1975 yılında Anadolu Lisesi oldu) tamamladım. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne 1979 yılında başladım ve 1985’te mezun oldum. Mecburi hizmetimi Afyon’un

Dazkırı ilçesinde pratisyen hekim olarak yaptım. Tıpta Uzmanlık Sınavına girerek 1987 yılında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalını kazandım ve uzmanlık eğitimimi 1992 yılında tamamladım. Daha sonra sırasıyla; Aksaray Devlet Hastanesi’nde Genel Cerrahi Uzmanı, Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Anabilim Dalında Öğretim Üyesi, İstanbul Bezm-i Alem Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 1. Genel Cerrahi Klinik Şefi ve Başhekim olarak görev yaptım.

Sağlık Bakanlığı Tıpta Uzmanlık Kurulunun “İhdas Edilmiş Yeni Dallara Başvuruları Değerlendirme Kriterlerini” karşılayarak 2012 yılında Cerrahi Onkoloji Yan Dal Uzmanı oldum.

Uzmanlık alanım ile ilgili konularda Amerika Birleşik Devletleri, Pittsburgh Üniversitesi’nde bir yıl ve kazandığım İngiliz Cerrahi Cemiyeti bursu ile İngiltere, Glasgow’da üç ay süreyle çalıştım.

Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalında Öğretim Üyesi olarak 2009 yılında göreve başladım ve 2010-2018 yılları arasında iki dönem Rektörlük görevini yürüttüm. Hâlen Yükseköğretim Denetleme Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktayım. Genel Cerrahi ve Cerrahi Onkoloji alanlarında çok sayıda ulusal ve uluslararası yayınım bulunmaktadır.

KARAMAN’DA ÇOCUKLUĞUM

Yakın zamanda, Karaman’ı ziyaretimde bir sohbet esnasında çocukluğumun Karaman’ını özlediğimden bahsetmiştim. Hâlbuki İlkokulu bitirinceye kadar yaşayıp 11 yaşında ayrıldığım, ortaokul ve lise yıllarında yaz tatillerinde, sonraki yıllarda ise her gelişimde birkaç gün kalabildiğim, anne-babamı ve kardeşlerimi ziyaret, velhasıl sıla-ı rahim için uğradığım şehrin nelerini özlediğimi düşündüm.

Anı Bisküvi’nin on birinci kültür yayını, “Toprak Damlı Evlerin Çocukları” isimli eserin başlığındaki gibi sekiz çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak Ahi Osman Mahallesi’nde, Baloğlu Camii yakınında, sokak kapısından girdikten sonra küçük bir avludan geçilerek girilen, girişin sağında ve solunda küçük birer odası bulunan toprak damlı bir evde doğdum.

Kılbasan’da, 1932 yılında doğmuş olan babam İsmail Şahin; on sekiz yaşında iken, on yedisinde olan annem ile evlenmiş, askerliğini yaptıktan birkaç yıl sonra köyden Karaman’a taşınmış ve hizmetli olarak İstiklâl İlkokulu’nda işe başlamış. İlk zamanlarda Okul Müdürü rahmetli Hasan Sağdıç’ın destekleriyle çalıştığı okulun bir köşesinde ailesiyle birlikte yaşamış ve sonradan bu eve yerleşmiş, daha sonra da satın alabilmişti.

Yedi çocuklu ailemiz bu küçük eve sığmayınca, 1967 yılında Kızılyaka’da Nahiye Müdürlüğü yapan Okul Müdürümüz Hasan Sağdıç’ın kayınpederine ait olan, Ziya Duru ve Nebi Serin Beylerin bahçelerine komşu, elma bahçesi içinde, iki katlı, ikinci katı tamamlanmamış, elektriği olmayan büyük bir eve taşındık. Yeni taşındığımız ev, Konya yolunda ilerlerken Birinci İstasyon Caddesi’ni geçtikten sonra sağda toprak bir yola dönülerek gidilen, yapılaşma olmayan, her tarafında bahçe ve yol boyunca bu bahçeleri sulayan bir ırmak olan, o zamanlar oldukça ıssız ve şimdi Valide Sultan Mahallesi olarak bilinen yerde idi. Bahçeli evimizde sütü ahırdaki ineğimizden, yumurtayı kümesteki tavuklarımızdan, meyve ve sebzeyi bahçemizden temin ederdik, dolayısıyla evimizde her şey boldu. En küçük kardeşimiz bu evde doğdu.

Kardeşlerimizin en küçüğü dördüncü sınıfa kadar olmak üzere hepimiz İstiklâl İlkokulu’nda okuduk. O yıllarda okulumuz büyük bir bahçe içinde, tek katlı, beş sınıflı idi. Sabahçı ve öğlenci olarak ikili öğretim yapılırdı. Babam hizmetli olarak okulun tek çalışanı olduğundan, çoğu zaman okul dağıldıktan sonra bizler de okulda kalır, sonraki güne hazırlık için sınıfların süpürülmesi ve temizliği gibi tüm işleri babamıza yardım ederek tamamlar, evimize akşam birlikte dönerdik.

Burada bizlerin eğitiminde büyük emeği geçen İlkokul Müdürümüz Hasan Sağdıç ve öğretmenim İsmail Ay’ı rahmetle anmak istiyorum, mekânları cennet olsun.

Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Rektörü olarak görev yaparken, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde düzenlenen bir akşam yemeğinde protokol konuşmaları yapılıyordu. Bana sıra geldiğinde bizi yetiştiren öğretmenlerimize teşekkür ettikten sonra ilkokulu bitirirken Maarif Koleji sınavına nasıl başvurduğumu hatırlamış, onu anlatmıştım: Bir gün öğretmenimiz İsmail Ay benimle birlikte birkaç öğrenciye sınav başvurusu yapmamızı ve başvuru için velilerimizden beşer lira getirmemizi söylemişti. O yıllarda ne sınava hazırlık ve çoktan seçmeli testler, ne de kurslar vardı. Bizler gireceğimizin ne sınavı olduğunu dahi bilmiyorduk. Öğretmenimiz bizim formlarımızı doldurdu, eve götürüp imzalattık ve başvurumuz tamamlandı. Günü yaklaşınca da sınav tarihini hatırlattı ve Konya’da sınava girdik. Vakti gelince sonuçlar açıklandı ve ben Konya Maarif Koleji ile İvriz Öğretmen Okulu’nu kazandım. Okul Müdürümüz Hasan Sağdıç’ın da destekleriyle yatılı öğrenci olarak Konya Maarif Koleji’ne kayıt yaptırdık. Okullar açıldı, dersler başladı ve hazırlık sınıfında haftada yirmi beş saat İngilizce dersi vardı. Okul başladıktan birkaç gün sonra, meğerse yabancı dil eğitimi olan bir okula kaydolduğumu fark etmiştim. Sonuçta ilkokul öğretmenimin yol göstermesi ile hem iyi bir okulda öğrenim görme imkânım olmuş hem de ömür boyu yabancı dil sorunu yaşamamıştım.

İlkokul yıllarımda Karaman’ın nüfusu bugünkünün onda biri kadardı ve herkes birbirini tanırdı. Babamla birlikte yolda yürürken karşılaştığımız insanların neredeyse tamamı selam verir, yarısına yakını da onu tanır ve halini hatırını sorardı.

Ailemizin geçimine katkı sağlamak için babam evde ahşap oyuncaklar yapıp satar, hafta sonları da boya-badana dâhil her işe gider, çalışırdı. İlkokul üçüncü sınıftayken babam okuldaki görevinden ayrılmaya karar verdi ve ayrıldı. O yıllarda, şimdiki Belediye İş Merkezi’nin oralardaki Sebze Pazarı’nın girişinde, branda çadır ile kurulan tezgâhta sebze-meyve satmaya başlamıştı. Kendisi Mersin’e gidiyor, doğrudan aldığı malları nakliye ile getiriyor ve tezgâhımızda satıyordu. Kardeşlerimle beraber bizler de babamıza yardım ediyor, mal almak için babam Mersin’e gittiğinde tezgâhı bekliyor, satış yapıyorduk. Bir kış günü ikindi vakti, tezgâhta 350-400 kg kadar portakal kalmış, babam mal almaya gitmişti. Tezgâha ben bakıyordum, bir müşteri geldi, “Hepsini ben alsam ne istersin?” dedi. Ben de tartmadan, “Kabala şu kadar verirsen olur.” diye cevap verdim. Baktığımda tezgâhta yaklaşık olarak kaç kilo portakal olduğunu tahmin edebiliyordum ve ertesi gün yeni portakal geleceği için makul bir fiyat söylemiştim. Müşteri ayrıldı, biraz sonra tekrar geldi, “Tamam alıyorum.” dedi ve parasını verdi, tezgâhtaki tüm portakalı satın alıp götürdü.

Ertesi gün babam geldi, tezgâhın boşaldığını, tüm malların satıldığını görünce memnun oldu. Birkaç gün sonra babamdan öğrendim ki; o müşteri benden aldığı portakalı dükkânında satmak için alacak, karşısında dokuz-on yaşlarında küçük bir çocuk var, fiyat uygun, ancak bu alışverişte çocuğu kandırdığı düşünülebilir endişesiyle tezgâhımızın karşısındaki esnaflara uğrayıp yapacağı alışverişten bahsetmiş, onlar da “Senin için uygunsa git al, bakma sen onun çocuk olduğuna, alışverişi bilir.” diye söyleyince gelip satın almıştı.

Babam, memuriyete göre geliri daha iyi olsa da tezgâhta meyve-sebze satma işine yedi sekiz ay kadar devam etti ve hem okul müdürünün ısrarı ile hem de meyve-sebze ticaretinin kolay olmadığına kanaat getirince bu işi bıraktı, okuldaki görevine tekrar döndü ve 1980’li yılların başında da emekli oldu.

Çocukluğumuzun Karaman’ında leğende hamur yoğurulur, bir önceki hamurdan kalan maya kullanılır, ekmek evde, tandırda yapılırdı. Yıllık et ihtiyacını karşılamak için beslediğimiz etlik dana kesilir ve yıl boyunca tüketilirdi. Kahvaltıda belki haftada bir gün çay demlenir ve kahvaltılıklar yenilir, diğer günlerde heyre, sulu pilav ya da sıkma olurdu. Yemekler yer sofrasında yenilir, yere serilen beze sumat, yemekleri üzerine koyduğumuz kalaylı, büyük, düz bakır tepsiye sini denilirdi. Gıda malzemeleri tel dolapta saklanırdı. Aydınlatma için gaz lambası ya da lüks kullanılır, radyodan ajans dinlenilirdi. Çocuklar yer yatağında sıralanıp yatar, yüklükte yıkanılırdı.

Oturduğumuz bahçeli eve elektrik ben ilkokul dördüncü sınıfa geçtiğim yıl gelmiş ve artık akşamları ders çalışmak çok kolaylaşmıştı. Yıllar sonra evimize buzdolabı satın alınsa da bizleri fedakârca büyüten, tutumlu, her şeyimize katlanan annem tel dolabını hiç atamamıştı.

Konya’da, yatılı olarak Maarif Koleji’ne başladıktan sonra, tatillerde Karaman’a geldiğimde annem tavuklarımızdan birini kestirir, mevsim kış ise arabaşı yapardı. Yine tatilde Karaman’a geldiğim bir gün, annem tavuklarımızdan birinin kesilmesini istedi; bana da on üç- on dört yaşında olduğumu, artık tavuğu kesebileceğimi söyledi. Ben tavuğu kestirmek için komşulardan birini arasam da kimseyi bulamayınca kendim kesmeye razı oldum. Usulüne uygun hazırlığımı yaptım, Besmele çektikten sonra tavuğun boynuna bıçağı dokundurduğumda, kanı görünce korkudan bırakıp uzaklaştım ve tavuk birkaç kez zıplayarak az ileride yarı canlı düştü kaldı. Daha sonra, yarım bıraktığım işi evimizin yakınlarındaki inşaatta çalışan bir işçiden rica ederek tamamlattırabildim. O gün tavuk kesilirken bakamayan ben, yıllar sonra hekim ve Genel Cerrahi Uzmanı oldum ve binlerce ameliyat yaparak hizmet ettim.

Kardeşlerimiz büyüdükçe, hepimiz evimizin geçimine katkıda bulunmak için hep gayret ettik. Babam çiftçiliği iyi bilir, toprak damlı evimizin karşı komşusu, kendi başına yaşayan yaşlı Şerife Hanım teyzenin Kaleycik mevkiindeki on beş-yirmi dönüm tarlasını ortak ekerdi. Buğday ekildiğinde ekim ve sulama dışında pek bir iş olmaz, kavun- karpuz ya da ayçiçeği ekildiği dönemlerde ise yoğun işimiz olurdu. En tatlı kavunu-karpuzu yetiştirebilmek için babamın önceki yılın mahsulünden tohumluk olarak ayırdığı kavun ve karpuzdan elde ettiğimiz kurutulmuş çekirdekler ekilir, üç kez çapa yapılır, zamanı geldiğinde sulanır ve ilaçlanırdı. Çapa için bazen amele temin edilse de ailecek hepimiz çalışır, vakit bulursak ders çalışırız diye yanımızda kitaplarımızı da götürür, eğitim dönemlerinde Karaman dışında olsak bile müsait olduğumuzda gelip tarlada yardım ederdik.

Yaz tatillerinde pazartesi, perşembe ve cumartesi günlerinde, toptancı halinden aldığımız malları satmak için pazar yerinde tezgâh açar, pazarcılık yapar, diğer günlerde inşaatlarda çalışır, mısırlar olduğu zaman akşamları Aktekke Camii’nin karşısında, şimdiki Hacıbeyler Camii’nin köşesinde mangalda mısır pişirir, İsmetpaşa Caddesi’nden Birinci İstasyon Caddesi’ne doğru yürüyenlere, Yeni Sinema’dan çıkanlara mısır satarak okul harçlığımızı çıkarırdık.

O yıllarda Karaman’da İngilizce ders verebilecek çok kimse olmadığından, Maarif Koleji’nde okuduğumu bilen ailelerin talebine binaen çocuklarına ders vermek, amelelik veya pazarcılık yapmak ya da tarlada çalışmaktan sonra benim için çok kolay bir iş olmuştu.

Üniversite sınavına 1979 yılında girdim ve sonuçlar henüz açıklanmamıştı. Ders verdiğim öğrencilerden birinin ailesi beni aradı; elli yaşlarında bir Amerikalının atalarını aramak için Türkiye’ye, Karaman’a geldiğini, araştırmaları sonucunda akrabalarının Karaman’da olduğunu öğrendiğini ve tercümanlık yapacak birine ihtiyaç olduğunu söyleyerek benden yardımcı olmamı istedi. Ben de kabul ederek akşam tarif edilen eve gittim. Sümerbank Pamuklu Mensucat Fabrikası’nda çalışan, Karamanlı bir mühendisin evinde otuz beş-kırk kişi toplanmış, yemekten sonra çaylar içiliyor, ortada Amerikalı ve herkes birbirine bakıyordu. Konuşmaya başladık, Amerikalı, adının Galen Dizick olduğunu, resmi olmasa da İsmail Dizdar adını kullandığını, sonradan Müslüman olduğunu ve atalarının Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Balkanlardan Amerika’ya giderek yerleştiğini, onların da Karaman’dan gittiğini öğrendiğini, Türkiye’deki akrabalarının soyadının Dizdar olduğunu, o zamanlar ilçe olarak Karaman’ın bağlı olduğu Konya’dan Valilik aracılığıyla Karaman’daki Dizdar soyadlı ailelere ulaşılarak Karaman’a yönlendirildiğini söylüyordu. Ev sahibi ve misafirlerin hepsi Karaman’daki Dizdar ailesi mensupları idi. Ailenin yaşlıları, Amerikalının büyüklerinin anlattığını söylediği bazı olayları, kendilerinin de büyüklerinden dinlediklerini söylediler. Geç saatlere kadar oturuldu. “İsmail Dizdar” yeni tanıştığı bazı akrabaları ve benimle birlikte Karaman’ı birkaç gün gezdikten sonra ayrıldı, Amerika’ya döndü.

Döndükten sonra bana yazdığı mektupta Amerika’da, Oregon eyaletinde Portland yakınlarında yaşadığından, istersem üniversiteyi Amerika’da yanlarında okuyabileceğimden, uçak biletimi, eğitim masraflarımı karşılayabileceğinden bahsediyordu. O günlerde sınav sonuçları açıklanmış ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanmıştım. Ben de teşekkür ederek burada okuyacağımı belirten bir cevap yazdım. Onun gönderdiği tebrik mektubundan sonra da hiç görüşmedik. Yıllar sonra, 1994’te Amerika’ya gittiğimde, eşim ve çocuklarımın henüz yanıma gelmediği günlerde boş vaktimin olduğu bir akşam, elimde yazdığı mektuplardaki adres dışında hiçbir bilgi olmayan Galen Dizick’i bilinmeyen numaralardan sorarak, Oregon eyaletinde yaşayan ve Dizick soyadını taşıyan sekiz-on telefon numarasını aldım. Verilen numaraları sırayla aramaya başladım ve üç-dört aramadan sonra aradığım kişi kardeşi çıktı, Galen’in yıllar önce Türkiye’ye gittiğini de hatırlıyordu. Daha sonra kendisine haber verdi ve anlaştığımız saatte telefonda görüşebildik.

Tıp Fakültesini bitirdikten sonra mecburi hizmetimi yaptım, Genel Cerrahi Uzmanı oldum. Konya’da asistanlığımın son yılında iken, Karaman’da mecburi hizmetini yapmakta olan Dr. Aynur Hanım ile evlendim. Birlikte Konya, Aksaray, Malatya, İstanbul ve Tokat’ta hizmet ettik. Eşim 2002 yılında Tıpta Uzmanlık Sınavına girerek Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalını kazandı ve uzmanlık eğitimini 2006 yılında tamamladı. Ben çoğu zaman işimle meşgul olurken, o hem işini yaptı hem de çocuklarımızı büyüttü. Allah sağlık ve hayırlı ömürler versin, üç çocuğumuz ve bir torunumuz var. Kızımız Hukuk Fakültesi, büyük oğlumuz Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü mezunu, küçük oğlumuz ise Konya’da, MEB proje Hafız İmam Hatip Ortaokulu’nda sekizinci sınıfta okuyor.

İlkokul mezunu olan babam ve okuma yazmayı kırk yaşından sonra öğrenmiş olan annem, çocuklarının okuması, milli ve manevi değerlere bağlı evlâtlar olarak yetişmesi için çalıştı, çabaladı ve bizlerden hiçbir şeyi esirgemedi. Babam, hep “Ceketimi satar, sizleri yine okuturum.” derdi. Allah anneme ve babama sağlık ve hayırlı ömürler versin.

Kız kardeşlerimden öğretmen olan ablam bilinen bir hastalığı yok iken, 1986 yılında solunum problemleri ile yatırıldığı Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde birkaç hafta içinde vefat etti, mekânı cennet olsun. Diğer ablam Akşam Sanat Okulu ve kız kardeşim Kız Meslek Lisesi mezunu olup her ikisi de ev hanımı. Erkek kardeşlerimin hepsi Karaman İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi. Ahmet abim Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Matematik Bölümü mezunu olup, yıllarca öğretmenlik ve okul idareciliği yaptıktan sonra Karaman İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı iken emekli oldu, şimdilerde bahçe işleri ile meşgul oluyor. Adem abim İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olup, yıllarca Karaman’da avukat olarak çalıştı ve emekli oldu. Yine o da bahçe işleri ile meşgul oluyor. Kardeşim Ali İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi mezunu olup, İsviçre, Zürih’te Farmakoloji alanında doktorasını yaptı, hâlen Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’nde Dekan olarak görev yapıyor. En küçüğümüz

Mahmut Sami ise Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Makine Mühendisliği Bölümü mezunu olup, kısa süreli memuriyetten sonra Konya’da hidrolik ve pnömotik alanında kendi işyerini kurdu, geliştirdi ve yıllarca savunma sanayi dahil birçok sektöre hizmet ve üretim yaparak katkıda bulundu. Hâlen Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanı olarak görev yapıyor. Kardeşlerimin hepsi kendi alanlarında önemli görevler yaptı ve hepsinin sivil toplum kuruluşlarında hizmetleri oldu. Benden istenilen bu yazıyı kaleme alarak ailemizi ve çocukluğumuzu bir nebze olsun anlatmaya çalıştım. Başta Anı Bisküvi ailesi olmak üzere bu eserin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Bu içerik, Anı Bisküvi Kültür Yayınları tarafından Karaman 744. Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’nin 700. Ölüm Yıl Dönümü anısına basılan İbrahim Rıfkı Boynukalın imzalı “Toprak Damlı Evlerin Çocukları II” adlı eserden alınmıştır. İzinsiz kopyalanamaz. Yayın hakları kitap yazarının izni ile Haberinolsun.net.tr’a aittir.

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir