7 bin yıllık canlı koyun arkeolojik kazılarda keşfedildi
bizim jenerasyon “akşam yemeği yedik” Nişasta. Bu cümleyi kullandığımız için “Ekmek yedik” Söyleyebiliriz. Gerçek olduğu kadar mecazi bir anlamı da vardı. Yemekten çok ekmek yerdik. Ekmeğe her yiyecek eklendi. Ekmeksiz tüketecek kadar katkı maddesimiz yoktu. Başkaları yapsaydı bizde olmazdı.
“Ekmeksiz yiyin, ekmeksiz” Sözü, bu toprakların cömertliğinin göstergelerinden biriydi, misafirperverliğin en güzel biçimlerinden biriydi. “ekmeksiz yemek” Bugünlerde herkes bir doktor gibi birbirine böyle söylüyor. “ekmeği azalt” Önerdiği gibi obezite korkusu değil, yiyeceklerin cömertliğiydi.
Ara sokakta Yunus Emre, Anavartalar, İmam Hatip, Ticaret, Erkek Sanatlar, Kız Meslek Lisesi, Kirman Ortaokulu yakınlarında bakkallar vardı. Marketlerde kalem, silgi, defter gibi kırtasiye malzemeleri bulunurken humustan şekere atıştırmalıklar da vardı. Bu bakkallarda en çok satılan ürün ekmek oldu.
Öğrenciler iştahlarına ve bünyelerine göre çeyrek veya yarım somun ekmek alırlar. İçinde ot olmazsa olmazdır, bazen de helva… Ottan aslan payı orta öğretimde bizim kuşağımızın beslenmesinde yetiştirilir. Okul yemek molalarının anıları arasında ilk sırada çim ekimi yer alır.
Sınıf çimen kokuyor
Öğle vakti çimenler çimen kokuyor. Bu koku, Kirman’a atanan öğretmenleri ilk kez rahatsız etti. Okullar şimdiki kadar sıcak değil. Belki de gittiğim okullar ısıtmasızdı. Sınıflar hizmetlilerin yaktığı sobalarla ısıtılırdı. Soğuk kışa rağmen sınıf pencerelerini çimen kokusundan dolayı açtırdık öğretmenlere. Üşüyorduk ve bize söylendi; Bize kokmuyor!
Ot yemeyen, ot sevmeyen arkadaşlarımız da var. Çim kokusuna dayanamayan o arkadaşlarımızı ve öğretmenleri utandırdık. Onlara bir özür borçluyuz. Koku doğru. Ama kaçınılmazdı. Bütçemiz midemizi doyuracak ot yetiştirmeye yetiyordu.
Tost sonradan geldi. Bu sefer çimen kokulu marketlerden tost, sosis ve ghee kokuları gelmeye başladı. Sosis ve beyaz peynir için saltanat otunu bırakın. İsteğe göre bir dilim sosis veya bir dilim peynir, çeyrek veya yarım dilim ekmek…
ekmekten korkma
Bugün ekmekle dolu bir nesil sofraya oturuyor ve “Ekmek yiyeceğiz” diyor, bugün “ekmekten uzak durun” uyarısından korkuyor. Sağlıklı beslenmek isteyenler ekmekten uzak kalamazlar ama kendilerini sınırlayıp bir ya da iki dilimle yetinirler.
Ekmeği kesmeyeli uzun zaman oldu. Ama zaman zaman çimenleri özlüyorum. Karaman ziyaretlerimden Ankara’ya döndüğümde, tavalarımın arasında tadına bakmak için bir demet ot da var. Bazen canım sıkılır diye Tokat ya da Kayseri otu alırım; Tost ekleyin.
Buğdaya gelince…
Ben bir çiftlik çocuğuyum. buğday ektik. Kulağın, taze buğdayın ve taze öğütülmüş unun kokusunu hala özlüyorum. Buğdayın çekirdeği seçilir ve bu buğdaydan un öğütülür. Buğdayın kalitesinden anlayan bir baba, unun kıymetini bilen bir anne olarak ekmeğe saygıyı eksik etmedik, onu bir nimet olarak gördük. Yağmur rahmet ise ekmek nimettir. Allah’a hamd olsun, bizler lütfun tadını ve değerini bilen nesilden geliyoruz.
Değirmene yabancı değilim. Hatta bir keski ile değirmen taşını şekillendirdiğim çocukluk anılarım bile var. Huzur içinde yatsın; Ahmet Atıl ile değirmenlerini izlemeye devam ettik. Üzerimize düşen unlardan kurtulurken çok eğlendik. Büyüdükçe oyunu oynadık. Değirmende un kar gibi yağıyordu üzerimize. Büyüklerimiz tecrübeli ve tecrübeli olduklarını belirtmek için “Saçımızı sakalımızı öğütücüde açmadık” derdi. Hasan Atıl’ın abisi hayatta. Kimsenin içinde değirmen hikayesi yok. Karaman Şehrengiz’in zengin bir kaynak olduğunu hatırlatmak isterim. Bölgemizdeki değirmende una taş atmamaya çalışırken boyumdan fazlaydım.
Değirmen taşına çok oturdum. Bulguru öğütürken kepeği atıp taze eti afiyetle yerdik.
Ekmek ve bulgur damak zevkimin tahtından ayrılmadı. Ekmek ve bulgur, buğdayın misafir olarak soframıza gelmesidir… Buğdayımızın kıymetini bilelim. Bilelim ki ekmek bozulmaz.
İbrahim Sesma’nın şiiri
Kirman’ın rekortmeni ve saygın şairi İbrahim Şaşme, mısralarında ekmeği o kadar güzel anlatmış ki doyamazsınız. Kirman Derneği’nden 7 yıl sonra il olan Osmaniye’de bu yıl yirmi beşinci şiir yarışması şair ve yazarlar tarafından düzenlendi. (Kerman’da benzer bir yarışma var mı? Benzer bir dernek var mı?) Yarışma teması: Ekmek. Yarışmaya 150 eser katılmıştır.
Fakhr Karman İbrahim Sama ekmek dilinde Çalışmalarıyla birinciliği kazandı. Ödülünü yakın zamanda almasına şaşmamalı. Üstelik ameliyat oldu, iyileşmeden havalandı ve ödül törenine olduğu gibi katıldı.
Ne yazık ki, güzellik paylaşılmaz ve Kerman’da başarılar benimsenmez veya reklamı yapılmaz. İbrahim Şaş’ın başarısını yakın çevresi dışında kimse bilmiyordu. Şiirin bir bölümü şöyledir:
Orijinal zeytinleri sofralara asıyorum.
Ben, özüne inen, kimliğindeki insanın bir parçasıyım.
Ben yabancının yoldaşıyım, sen kısaldığında hazırım.
Ben Khader olduğumu bilen ve anlayanlar için İlyas’ım.
Büyüyorum ve yemin ederim ki dünyaya yeterim.
Sabah, tabelayı içiyorum.
Annemin dokunuşu, pişir beni, Tender!
Değerimi bil dostum ve beni utandırma.
Ruhlara sadık kaldım, canlar için yandım.
Beni baş aşağı tutacağını düşündüm.
Ayaklarımın altında çiğnendim ve o beni çiğnedi.
Mansur kalbimi kaç kez belaya soktu?
Arkasını döndüğünden beri şikayetim var
Kıyamet günü Adem’den hesap isteyeceğim.
Şiir varsa film de vardır
ekmek istiyoruz
Ama biz de gül istiyoruz…”
Bu sözleri beyaz perdeye taşıyan Ken Loach’ın 2000 filmi The Bread and Roses bir şiirden ilham aldı. Amerikalı şair ve yazar James Oppenheim, Aralık 1911’de dokumacıların grevi sırasında bazı genç kızların taşıdığı pankarta “Ekmek de istiyoruz, gül de istiyoruz!” yazdı. “Ekmek ve Güller” adlı şiirini bu slogandan yola çıkarak yazdı. Şiirde ekmek, iş ve kazanç karşılığında kullanılır.
şiirin dizesi şöyle:
“Kalpler, bedenler gibi açlıktan ölür; bize ekmek verin, ama bize gül de verin!”
Buğdaya ilk adım
Neden Kirman’da buğday, bulgur ve unla ilgili yazı yok, hasattan sonra buğdayla ilgili haber yok diye düşünüyordum. Buğday pazarında TMO önünde tarladaki üreticilerle görüşmedim ve buğday üretimi ile ilgili röportajları, haberleri ve köşe yazılarını okumadım. Sosyal medya meraklıları da bu konuda suskun. tüm bildikleri “Çiftçi öldü, tarım bitti. Kendi kendine yeten bir ülkeydik. Artık her şey ithal” Cümleler. Gerçeklikten uzak, özsüz ve çabasız cümleler.
Sonunda başladı. Karman, buğday konusunu Türkiye’nin gündemine almaya hazırlanıyordu. Buğdaya adım atmak Kerman için büyük bir umut. yol uzun; Her yolun sonuna ilk adım atıldıktan sonra ulaşılır.
Buğday fikrinin sahiplerine, uygulayıcılarına, destekçilerine ve paydaşlarına başarılar diliyorum. Buğday yolculuğu başladığında, neslimizin ekmekle olan ilişkisini hatırladım. Bu yazı böyle ortaya çıktı. Belki bir gün buğdayla ilgili yazılarımı da paylaşırım.
Koyun 7000 yaşında
Birkaç yıl önce hasat mevsimiyle ilgili yanlış haberler sosyal medyada, bazı gazetelerde ve televizyon ekranlarında yayıldı.
“Kayseri’nin Kültepe ilçesinde arkeolojik kazılarda bulunan kavanozda bulunan 7000 yıllık sez-buğday tohumu kentte üretildi… Çiftçinin büyük verim aldığı sez buğdayının çözeceği söylendi. Türkiye’de buğday sorunu var ve ihraç edilebilir.”
Bu kısaca. Bunun doğru olduğunu düşünenler çok… Katılanlara, paylaşanlara… Fakirler bunun yalan olduğunu, böyle bir olayın doğaya aykırı olduğunu nereden bilsinler. Buğdaydan haberimiz yok.
tarih öncesi buğday haberleri, “Kanhassan Tepeleri’nde yapılan arkeolojik kazılarda 7 bin yıllık canlı bir koyun bulundu. Küçükbaş hayvan yetiştiricileri bu cins koyundan yüksek verim sağladı. Koyunlar yılda on kez yükleniyor.” haberlerden farklıdır. Buğday bulunabilir, ancak yetiştirilemez ve üretilemez. Arkeolojik kazılarda koyun değil koyun kemiği ortaya çıkacak. Kazı başkanı haberi yalanlıyor ve inanamıyor. Tarım ürünlerinin verimindeki artışın son 50-60 yılın başarısı olduğunu bilmiyorlar.
sanat ve sanatçı
Semih Kaplanoğlu ve Leyla İpekçi’de bir buğday olayından bahsedilmedi ve ödüllü filmleri Buğday yarım kaldı. Sanatçının hatırlamadığı sanat ve etkinlikler kalıcı olmayacaktır. Buğday ile ilgili filmler, şiirler ve hikayeler unutulmamalıdır. Buğday filminin gitmediği ülke, ödül almadığı yarışma yok. Altın Koza Ödülleri, Tokyo, Saraybosna, Altın Lale, Film-Yönetmenlik aldığı ödüllerden bazılarıdır. Buğday, kültürün ilk ürünüdür. O, sanatın her dalının gerçek kardeşidir. Buğday ve Bisküvi Günlerine kitap, şarkı, türkü, film, tiyatro ekleyebilmeliyiz. Buğday deposu olan bir şehir ilk kez bu ürünü gündeme getiriyor. Buğdayın hikayesini dinleyeceğiz.
Not 1 – Buğdayı hammadde olarak kullanan kuruluşumuz, dünya devlerini geride bırakarak ödül kazandı. (daha sonra paylaşacağım)
Not2- 250 gram Çemen Tokat ve Kayseri’nin paketleri 40-50 lira fiyat aralığında satılmaktadır. Pastırma, sosis, helva ve tahin gibi kaliteli ve özgün ürünlerin satıldığı Kerman lezzetinde çim ağırlığı 100 lira oldu.
Ahmet Tek
Diğer gönderilerimize göz at
[wpcin-random-posts]
İlk Yorumu Siz Yapın